SARTRE VE FREUD

Hilmi Yavuz

 

Bilinçdisinin psyche'yi açiklama dogrultusunda bir kuramin temeli olamiyacagini, daha 1939'da, Esquisse d'une Théorie des Emotions'da [bundan sonra Esquisse diye anilacak] belirtmisti Sartre. Bilinç ve bilinçdisi: Freud'cu 'psikanaliz kurami', bu iki ayri alandan bilinci edilgin olanla sinirliyor, bilinçdisini bu edilginligin imledigi kavramsal bir alan olarak kuruyordu. Esquisse'in diliyle söylersek: bilincin ediminin anlami, edimin disindaydi, ya da imlenen imleyenden koparilmisti. Sartre bu 'kopma'yi, psikanaliz kuraminin bilinç [imleyen] ile bilinçdisi'ni [imlenen], ayrismis ontolojik düzlemlere koymasi olarak anliyor. Bilinç olgusu, diyor Sartre, neyi imliyorsa ona [imlenen'e], belirli bir olayin sonucu olan bir nesne bu olaya nasil baglaniyorsa böyle baglanmistir. Psikanalitik kuramda, bilinçle bilinçdisi arasindaki baginti, dissal bir bagintidir öyleyse, nedensellik bagintisidir. Bu bagintinin dogasi üzerinde durur Sartre. Örnegin, der, bir dagbasinda sönmüs bir atesin küllerine raslasak, 'burada birileri ates yakmis olmali!' deriz. O birileri külde yokturlar ama, kül ile bir nedensellik bagintisi içindedirler. Külle ates arasinda bu dogrultuda bir baginti oldugunu önceden bilmeyen biri, külün oradan birilerinin geçmis oldugunu gösteren bir im oldugunu bilemez. Öyleyse, bilinç olgularini nesneler [örnegin, kül] gibi bir 'im' kilan, ona anlam veren bagintiyi, bilincin disinda mi aramaliyiz? Böy1e yaparsak bilinci imlenen'le olan bagintisi açisindan bir nesne durumuna getirmis olmaz miyiz? Bir baska deyisle, bilinçle [imleyen] ile bilinçdisini [imlenen] birbirinden ayrismis ontolojik düzlemlere koymus olmuyor muyuz?

Sartre'in 'psikanaliz kurami'ni elestirisi burada basliyor. Bilincin disinda bilinçdisini konutlamak, psyche'nin türdesligini yikmak anlamina geliyor. Sartre için bu, Descartes'ci Cogito'nun da yikilisi demek. Oysa bilinç kendisi-için-varlik'tir (l’étre-pour-soi), nesneyse kendinde-varlik (l'étre-en-soi). Cogito'yu, kendisi-için varlik'in [bilincin] yapisini kuran katmanlar olarak tanimlar Sartre. Cogito kurami, der, kendisi-için-varlik'in bir objeye yönelmisligi (intentionalité) baglaminda bu objenin farkina varmayi oldugu kadar, objenin farkinda oldugunun farkinda olmayi da içerir. Ve Cogito'nun katmanlari çikar karsimiza: cogito reflexif objenin farkinda olmak; cogito préreflexif, objenin farkinda oldugunun farkinda olmaktir. Kendisi-için-varlik'i, kendinde-varlik'tan ayiran bir belirlenimdir Cogito. Dolayisiyle cogito préreflexif varsa, bilinçdisi olamaz Reflexif ve préreflexif Cogito bagintlariyla yapilanmis, askin kendisi-için-varlik'in farkinda olmadigi hiçbirsey yoktur.

Sartre'in heyecan (l'emotion) kurami da, Freud'un 'psikanaliz' kuraminin temellendirdigi heyecan nosyonunun yeniden yapilandirilmasidir. Freud, heyecanin bilinçdisindan kaynaklandigini savunur. Heyecan, Freud'a göre, bilinçten kaynaklanmayan bir bosalim sürecinin bilinçli algilanisidir. Oysa Sartre, heyecani bilincin bir bölümü olarak görür; böyle oldugu için de bir objeye yönelmistir heyecan, anlami da bu objeyle temellenir. Tipki, der Sartre, sözcüklerimin neyi imliyorlarsa onunla anlam kazanmalari gibi... Anlam, benim sözlerimle dis dünya arasinda nedensel ya da tüme varim yoluyla belirlenmis bir baglantiyla gerçeklesmiyor, sözcüklerle imledikleri arasinda gerçeklesiyor. Daha dogrusu, neyi imliyorlarsa onunla anlam kazaniyorlar. Sartre'da yönelmislik ile imlemek birbiriyle örtüsen alanlar oluyor böylece. Bilinç, ayrilmaz bir bölümü olan heyecanin belirli bir objeye yöneldiginin farkinda oldugu gibi, bu yönelmislikte neyi imlediginin de, Cogito'nun yapisi geregi, farkinda olacaktir. Dogallikla objenin neyi imlediginin, imlenenin ne oldugunun belirtik (explicite) olmasi gerekmez; yogunlastirmanin (condensation) kerteleri vardir. Bu yüzden Sartre'in yaptigi, 'psikanaliz' kuraminin bilinçdisi nedenlerinin yerine, fenomenolojik kuramin belirtik olarak bilinmeyen, bilinçli seçme'sini koymaktir. Sartre bu durumu, L'Etre et Le Néant’da, bilinç ve seçme bir ve ayni seydir, diye belirtecektir.

Biz yine Esquisse’e dönelim. Sartre sürdürür sözlerini: heyecan dünyayi belirli bir biçimde kavramaktir. Heyecani, dünyanin dönüstürülmesi olarak da tanimliyor Sartre. Gerçekte edimlerimizle dönüstürürüz dünyayi; belirli amaçlara belirli araçlari kullanarak gidilecek rasyonel 'yol'larin uyumlulastirilmis bir haritasidir dünya. Bu hodolojik haritayi çikararak dünyayi bizim yaptigimiz birseymis gibi görürüz, kendimizin kilariz. Heyecan, der Sartre, bu hodolojik harita'nin belirledigi, 'kullanilabilir bir bütün olarak dünya'nin ise yaramaz oldugunda ortaya çikar. Bütün ussal yollar kapaninca, dünyayi büyüse1 bir edimle dönüstürmeye kalkariz. Heyecan, dünyayi büyüyle dönüstürmektir, der Sartre: Heyecan, kullanilabilir dünyanin ansizin gözden kaybolmasi, büyünün onun yerini almasidir.'

Sartre L'Etre et le Ne'ant’da bilinçdisinin olanaksizligi sorununa yeniden döner. Ama bu kez, 'psikanaliz' kuramini elestirmekle kalmayacak, bu kurama görüngübilimsel çerçeve içinde bir almasik getirmeyi deneyecektir. Bu kendini-aldatma (mauvaise foi) kuramidir.

'Kendini-aldatma'yi, bilincin kendi olumsuzlamasini disa yöneltmek yerine, kendine dogru yöneltmesi olarak tanimlar Sartre. Kendini-aldatma, bir olumsuzlama olmasi yönünden yalan'a benzer. Yalanci, yalan söylerken gizledigi, söylemedigi dogrunun [hakikatin] ne oldugunu bilir. Bir insan, bilmedigi birsey hakkinda yalan söyleyemez-olanaksizdir bu. Sartre, yalancinin da bir tanimini yapar: Yalanci, dogruyu kendi içinde evetleyen (affirmant), sözlerinde degilleyen (niant) kisidir Aldatmaya niyetlenmistir yalanci, bu niyetini kendinden gizleme geregini duymaz. Bilinç, yalanla, Öteki'nden gizlice varoldugunu evetler. Kendinialdatma da insanin kendikendine söyledigi bir yalan olarak tanimlanabilir. Ama bir ayrimla: kendini-aldatma içinde olan biri, tatsiz bir dogruyu [hakikati] örtbas etmekte ya da tatli bir yalani dogruymus gibi sunmaktadir. Kendini-aldatma içinde, der Sartre, dogruyu Öteki'nden degil, kendimden (altini ben çizdim H.Y) gizliyorumdur. Yalandaki aldatan/aldatilan ikiligi kendini-aldatma' da ortadan kalkar. Yalan, Öteki'yle 'birlikte olma'nin (mitsein) asilmasidir.’

Sartre burada da bir proje'den sözeder. Proje, kendini-aldatmanin kavranmasini ve préreflexif bilincin kendini-aldatma ile gerçeklestirilmesini içerir. Yalanci ile yalanin söylendigi kisi, ayni kisidir; demek ki, der Sartre, yalanci olarak benim, aldatilan olarak kendimden gizledigim dogruyu [hakikati] bildigim anlamina gelir. Birbirinden ardrzamanli olarak gerçeklesmis bir 'ikilik görünüsü" degildir bu. Projenin tekil yapisi içinde gerçeklesir, Öyleyse, diye sorar Sartre, yalan onu kosullandiran ikilik ortadan kaldirilmisken, varligini nasil sürdürebilir?

Güçlükler bitmiyor, Sartre'a göre. Bilincin yarisaydamligindan (translucidité) dogan daha baska sorunlar da var. Kendini-aldatma içinde olmak, kendini-aldatmanin bilincinde olmaktir. Çünkü, diyor Sartre, bilincin varligi, varligin bilincidir. Degisken psisik yapisina karsin [Sartre, degiskenlik için 'metastable' sözcügünü kullaniyor] özerk ve sürekli bir formu vardir kendini-aldatma'nin. Birdenbire sahihlige ya da kinizme dogru degisse bile kendini-aldatma içinde yasayabilir insan. Bu, kendini-aldatmanin bir yasam stili oldugu anlamina gelir. Degiskenligine karsin sürekliligi yüzünden kendini-aldatmayi ne reddedebiliriz, ne de onaylayabiliriz.

Bu güçlüklerden kurtulabilmek için, psikanaliz kuraminin 'bilinçdisi' kavramina basvurdugunu belirtir Sartre. Psikanaliz kurami, aldatan/aldatilan ikiligini yeniden temellendirebilmek içn bir sansür düzenegi önerir. Bu kuram, davranislarin anlami konusunda öznenin kendi kendini aldattigi varsayimini getirir. Onu somut varliginda [bilinç düzeyinde] kavrar, dogrulugu [bilinçalti düzeyinde] içinde kavrayamaz. Freud, psyche'yi ikiye böldü, der Sartre: Id ve Ego. Bilinçdisi psyche'mle olan iliskilerimde ayricalikli bir konumum yoktur Freud'a göre. Dogrunun [hakikatin] bulgulanmasini psikanaliste [hekime] baglar Freud. Hekim, Öteki'dir. Öteki ise bilinçdisimla bilinçli yasamim arasinda bir dolayimdir (mediation): bilinçdisi tez'le bilinçli antitez arasinda bir sentezi gerçeklestirir. Ben, kendimi Öteki'nin dolayiminda kavrarim. Id'imle olan baglantimda Öteki'nin konumundayimdir.

Oidipus kompleksi konusunda Sartre, Pierce gibi düsündügünü belirtir: deneysel bir düsün'dür bu kompleks, ya da bir varsayim. Freud'de psikanaliz, kendini-aldatma'nin yerini alir; yalanin temel kosulu olan aldatan/aldatilan ikiliginin yerine Id ve Ego ikiligini koyar. Id'i, bilincin ayrilmaz bir bölümü olmaktan çikarir Freud, bir kendinde-varlik'a (l'etre- en-soi), nesneye dönüstürür.

Sartre'in L'Etre et le Ne'ant’da 'psikanaliz' kuramina yönelttigi elestiriler burada temellenir. Bir kere bilinçdisini,n [Id'in] konumunun bir nesnenin konumu olamiyacagini söyler Sartre. Nesne, kendisiyle ilgili sanilarimiza (conjectures) kayitsizdir; oysa Id dogruya [hakikat] yaklasirken bu sanilara çok duyarlidir (touche'). Freud'un, hekim dogruya yaklasirken bir direncin ortaya çikmasindan sözetmesi bundan dolayidir. Bu direnç, disardan kavranan nesnel bir edimdir: hasta ya konusmaz, ya düslemlerini anlatir ya da sagaltmadan [tedavi] cayabilir. Peki, direnç gösteren bölüm hangisidir, diye sorar Sartre, Id mi, Ego mu?. Bilinçli olgularin psisik bütünlügü olarak Ego olamaz bu direncin kaynagi. Dogruya yaklasildigini bilemez Ego; çünkü kendi tepkilerinin anlamiyla olan bagintisi, hekimin bagintisi gibidir: Ego, olsa olsa, hekimin öne sürdügü varsayimlarin olasilik kertesini nesnel olarak görebilir. Dahasi, der Sartre, bu olasilik Ego'ya kesinligin (certitude) sinirinda görünür; bundan da tedirginlik duymasina gerek yoktur; psikanalitik sagaltmayi bilinçli karariyla seçen Ego'dur. Sartre sorar: [Bu durumda] hastanin, hekimin açiklamalarindan tedirgin oldugunu, dolayisiyle de bir yandan direnç gösterirken bir yandan da, kendi gözünde sagaltmayi sürdürmek isteyen biriymis gibi gösterme aldatmacasmi yasadigmi mi söylemeliyiz? Bu bir kendini-aldatma'dir, ve bu kendini-aldatma'yi bilinçdisiyla açiklamamiz sözkonusu degildir; bütün bunlar bilinç düzleminde olup bitmektedir çünkü. Dahasi, diyor Sartre, direncipsikanalistin suyüzüne çikartmaya çalistigi kompleksten kaynaklandigi varsayimiyla da açiklayamayiz. Burada kompleks, psikanalistin yardimcisidir: kompleks, tipki hekimin istedigi gibi, suyüzüne çikmak istemektedir. Sansür düzenegine oyun oynayan; suyüzüne çikmasini engellemesine karsin sansürün engellerini asarak bilinç düzlemine çikma savasimi veren bu komplekstir.

Imdi, direnci ne Ego’yla açiklayabiliyoruz ne de kompleksin yapisiyla. Öyleyse direnci, sansür düzleminde aramak gerekir. Sorunlarin, ya da hekimin varsayimlarinin, baskiya almaya (refouler) calistigi gerçek dürtülere (tendances) yaklasip yaklasmadigini, bilse bilse sansür düzenegi bilebilir. Neyi ya da neleri bastirdigini bilen odur sadece; etkinligini ayirdederek uygulayabilmek için neyi bastirdigini bilmek durumundadir çünkü. Sansür düzenegi baskiya alma (refoulement) islemini seçerek uygulayacaksa, [“hangi dürtüler baskiya alinacak, hangilerine izin verilecek?”] yaptigi seçmenin farkinda olmak (se représenter) zorundadir. Baska nasil olabilir ki? Diye sorar Sartre: yasal cinsel tepilere (impulsion) , aclik, uyku, susuzluk gibi gereksemelere izin verirken, ötekileri baskiya almasini baska nasil açiklariz? Sansür düzenegi, baskiya alma gereksemesi duyulan tepileri, onlari ötekilerinden ayirdettiginin bilincinden olmadan nasil ayirabilir? Alain, bilmek bildigini bilmektir, demisti. Sartre bunu bilmek, bildigini bilmenin bilincidir, diye yeniden söylüyor. Böylelikle direnç, sansür düzleminde baskiya alinmis olan farkinda olma’yi (une représentation) du refoulé); psikanalistin sorularinin yöneldigi sonucun ne oldugunun kavranmasini; baskiya alinmis kompleksin dogrulugu [hakikati] ile bu dogrulugu suyüzüne çikarmayi amaçlayan hekimin varsayimlarinin karsilastirildigi bir sentetik ilintiyi içerir. Bütün bu islemler, der Sartre, sansür düzeneginin kendi bilincinde oldugunu gösterir. Nasil bir kendinin-bilinci’dir bu? Sartre söyle söyler: bu, baskiya alinmis olan dürtünün bilincinde oldugunun bilincinde olmamak için, bilincinde oldugunu gösterir. Bu da, sansür düzeneginin kendini-aldatma içinde olmasi degilse nedir? der Sartre.

Psikanaliz kurami, böylece, kendini-aldatma'yi ortadan kaldirmayi denemis, oysa giderek, bilinçle bilinçdisi arasinda kendini-aldatma içinde bir özerk bilinç çikarmistir. Sartre, psikanaliz kuraminin kendini-aldatmayi yok edemedigini, dolayisiyle psikanalizin kendini-aldatmanin yerini alamiyacagini gösterir böylece. Kendinden birseyler gizleyen bir reflexif düsün'ün özü, tekil bir psisik düzenek, dolayisiyle de birligin içinde ikili bir etkinligi içerir: bir yandan gizlenecek olani saptamak ve korumak, öte yandansa baskiya almak ve saklamak. Bu etkinligin iki görünümü de birbirlerinin bütünleyicisidirler. Sartre söyle düsünür: sansür düzenegi araciligiyla bilinci bilinçdisindan ayirmakla psikanaliz kurami, bu edimin iki evresini ayirmayi basaramamistir. Kendini belli sembolik formlarin arkasinda gizleyen tepinin baskiya alinmasina gelince, Sartre'a göre, tepinin (i) baskiya alinmis oldugunun bilinci; (ii) neyse o oldugu için geriye itilmis oldugunun bilinci; ve (iii) bir gizlenme projesi olmadan kendini gizlemesi sözkonusu degildir. Yogunlastirma (condensation) ve aktarma (transference), tepinin kendisini etkileyen bu degisimleri açiklayamaz. Sartre söyle baglar sözlerini: “bilinç, sansürün ötesinde hem istenen hem de yasaklanan bir sonuca varilacagi konusunda bir kavrayisi içermiyorsa, tepinin simgesel ve bilinçli doyurumuna baglanmis olan hazzi ya - da bunaltiyi nasil açiklayabiliriz?

 

Felsefe Yazilari, Yazko Yayinlari 2. Kitap 1982

Sayfa: 105-110